
Elektrikli araçlar (EV) otomotiv dünyasında köklü bir dönüşüm yaratıyor. Hem Türkiye’de hem de dünya genelinde elektrikli otomobil pazarı, son yıllarda hızlı bir büyüme trendi yakalamış durumda. 2025 yılı itibarıyla elektrikli araçların gelişimi; hükümet politikalarından yeni nesil teknolojilere, şarj altyapısından batarya inovasyonlarına ve kullanıcı eğilimlerinden çevresel etkilere kadar pek çok boyutuyla dikkat çekiyor. Aşağıda, Türkiye’nin elektrikli araç politikaları ve yerli otomobili TOGG’un konumundan başlayarak, global ölçekte en çok satan markalar, şarj ve batarya gelişmeleri, çevresel etkiler, tüketici alışkanlıkları, satış trendleri ve elektrikli araçların pazar payına kadar tüm önemli başlıkları ele alıyoruz.
Türkiye’nin Elektrikli Araç Politikaları ve Yerli Otomobil TOGG’un Pazardaki Yeri
Türkiye, sürdürülebilir ulaşım hedefleri doğrultusunda elektrikli araçlara yönelik teşvik edici politikalar uygulamaya başladı. Özellikle son dönemde Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) indirimleri ve şarj altyapısı yatırımlarıyla elektrikli otomobil kullanımını özendiriyor. Örneğin 2023 yılında yapılan düzenlemeyle, motor gücü 160 kW’ı geçmeyen ve belirli bir fiyat eşiğinin altındaki elektrikli otomobillerde ÖTV oranı yalnızca %10 olarak belirlendi. Bu düşük vergi oranı, elektrikli modellerin fiyat avantajını artırarak iç pazarda tercih edilirliğini destekliyor. Ayrıca elektrikli araçların yıllık Motorlu Taşıtlar Vergisi (MTV) tutarları da benzer segmentteki içten yanmalı araçlara kıyasla daha düşük seviyelerde tutuluyor. Bu gibi vergi teşvikleri, hem bireysel tüketicileri hem de filoları elektrikliye geçişe teşvik eden önemli adımlar.
Türkiye’nin ilk yerli elektrikli otomobili Togg T10X, ülkenin elektrikli araç vizyonunun bir sembolü haline geldi. 2023 yılında piyasaya sürülen bu C-SUV modeli, modern tasarımı ve gelişmiş teknolojik özellikleriyle yoğun ilgi gördü. Togg, devletin ve özel sektör ortaklığının bir ürünü olarak doğuştan elektrikli bir platform üzerine inşa edildi. Pazara girdiği ilk yıl olan 2024’te Togg T10X, Türkiye’de en çok satan elektrikli model unvanını elde etti. Otomotiv Distribütörleri ve Mobilite Derneği (ODMD) verilerine göre 2024 yılında Türkiye’de toplam 105.315 adet elektrikli otomobil satılırken, bunun %30,2’si Togg T10X’e ait oldu. Yani yaklaşık 30.093 adet Togg satışıyla marka, açık ara lider konuma yerleşti. Yerli üretim avantajı ve tüketicilerin milli otomobile gösterdiği teveccüh sayesinde Togg, bir yılda Tesla ve BMW gibi küresel rakiplerini geride bırakarak Türkiye elektrikli araç pazarında %28’i aşan bir pay elde etti. Bu başarı, Türkiye’nin elektrikli araç ekosisteminde yerli oyuncuların da güçlü bir yer edinebileceğini kanıtlıyor.
Türkiye hükümeti, şarj altyapısının yaygınlaştırılması, yerli üretim batarya tesislerinin kurulması ve AR-GE yatırımlarıyla da elektrikli araç dönüşümünü destekliyor. Çeşitli bakanlıklar ve kurumlar (örneğin Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu ve Ulaştırma Bakanlığı), hızlı şarj istasyonlarının kurulumu için teşvik programları yürütüyor. Ayrıca kamu filolarında elektrikli araç kullanımının artırılması ve şehir içi toplu taşıma araçlarının elektrifikasyonu yönünde hedefler bulunuyor. Togg projesi de sadece bir otomobil üretimi değil, aynı zamanda Türkiye’de bir batarya fabrikası kurulumu, akıllı mobilite çözümleri geliştirilmesi ve bölgesel bir marka yaratılması hedefini içeriyor. Sonuç olarak, 2025 itibarıyla Türkiye’nin elektrikli araç politikaları, hem yerli otomobil hamlesiyle endüstriyel kapasiteyi geliştirmeyi hem de vergisel kolaylıklar ve altyapı yatırımlarıyla iç pazarda elektrikli araçlara geçişi hızlandırmayı amaçlıyor. Togg’un pazardaki güçlü konumu ve tüketiciden gördüğü talep de bu politikaların meyvelerini vermeye başladığını gösteriyor.
Dünya Genelinde En Çok Satan Elektrikli Araç Markaları ve Yeni Nesil Teknolojiler
Küresel ölçekte elektrikli araç pazarına baktığımızda, son birkaç yılda geleneksel otomotiv devlerinin yanı sıra yeni oyuncuların da ciddi bir rekabet başlattığını görüyoruz. Tesla, modern elektrikli araç çağına öncülük eden marka olarak, halen dünya genelinde en çok satış yapan üreticilerden biri konumunda. 2024 yılında Tesla, yaklaşık 1,3 milyon elektrikli araç satışıyla küresel liderliğini sürdürürken; Çin merkezli BYD aynı yıl 1,17 milyon satışla hızla arayı kapattı. Bu iki marka haricinde, yıllık satışları 1 milyon adeti aşan başka üretici bulunmuyor. Onların ardından Geely ve Volkswagen gibi firmalar yılda 500 bin seviyelerinde elektrikli araç satışıyla geliyorlar. Premium segmentte ise BMW ve Mercedes-Benz gibi markalar, her ne kadar toplam hacim olarak daha düşük kalsa da, ilk 10 içindeki yerlerini almış durumdalar. Çinli üreticilerin yükselişi ise dikkat çekiyor: 2024 itibarıyla dünyada en çok EV satan 42 markanın neredeyse yarıya yakını Çin merkezli firmalardan oluşuyor. Uzak Doğu’da Nio, Xpeng, SAIC-GM-Wuling gibi firmalar iç pazarda büyük hacimlere ulaşırken, Avrupa’da Renault, Hyundai-Kia, Stellantis grubu gibi üreticiler de elektrikli modellerini hızla çeşitlendiriyor. Türkiye’nin yerli oyuncusu Togg bile henüz yalnızca iç pazarda faaliyet göstermesine rağmen küresel EV satış sıralamasında adını 2024 yılında 30’lu sıralara yazdırdı. Bu tablo, elektrikli araç pazarının artık birkaç öncünün tekelinde olmadığını; aksine Amerika, Avrupa ve Çin’den pek çok markanın rekabet ettiği geniş bir arena haline geldiğini gösteriyor.
Elektrikli araç rekabeti sadece satış rakamlarında değil, aynı zamanda teknolojik inovasyonlarda da yaşanıyor. Markalar, yeni nesil elektrikli modellerine en ileri teknolojileri entegre ederek öne çıkmaya çalışıyorlar. Örneğin otonom sürüş ve bağlanabilirlik teknolojileri, EV segmentinde hızlı ilerliyor. 2025 yılı itibarıyla birçok otomobil üreticisi, otoyolda “direksiyona dokunmadan” seyahat imkânı veren Seviye 3 otonom sürüş sistemlerini sunmaya hazırlanıyor. Tesla, Mercedes, BMW ve Çinli XPeng, bu alanda adeta yarış halinde ve yapay zekâ destekli sürüş yazılımlarını her yeni güncellemede geliştiriyorlar. Benzer şekilde, araçların hem birbirleriyle hem de trafik altyapısıyla iletişim kurmasını sağlayan V2X (Vehicle-to-Everything) teknolojileri test ediliyor. Bu sayede kazadan önce sürücüleri uyaran sistemler, trafik ışıklarıyla senkronize araç akışı ve akıllı kavşak yönetimi gibi yenilikçi çözümler üzerinde çalışılıyor. Elektrikli araçlar aynı zamanda over-the-air (OTA) kablosuz güncellemelerle araç yazılımını sürekli iyileştirme özelliğini de beraberinde getirerek, adeta “tekerlekli akıllı cihazlar” haline geliyor.
Batarya teknolojileri de yeni nesil EV’lerin odak noktası. Özellikle katı hal pilleri (solid-state battery), önümüzdeki dönemin en büyük atılımı olarak görülüyor. Toyota ve QuantumScape gibi firmalar ilk katı hal bataryalı ticari modelleri 2025 civarında sunmayı planladıklarını açıkladılar. Bu yeni piller, mevcut lityum-iyon pillere kıyasla yaklaşık %30 daha hafif olacak ve %50 daha hızlı şarj imkânı tanıyacak şekilde geliştiriliyor. Böylece elektrikli araçların menzil ve şarj sürelerinde devrimsel iyileşmeler hedefleniyor. Özetle, dünyada elektrikli araç pazarının lider markaları arasındaki rekabet, sadece satış adedi yarışından ibaret değil; aynı zamanda uzun menzil, hızlı şarj, otonom sürüş, araç-içi dijital yaşam gibi alanlarda da bir teknoloji yarışına dönüşmüş durumda. Bu rekabet, kullanıcılar için her geçen yıl daha gelişmiş ve yenilikçi elektrikli araç modellerinin piyasaya çıkması anlamına geliyor.
Şarj Altyapısı, Batarya Teknolojisindeki Gelişmeler ve Menzil Sorunları
Elektrikli araçların başarısında şarj altyapısının yaygınlığı kritik bir rol oynuyor. Son yıllarda hem Türkiye’de hem de dünya genelinde kamuya açık şarj istasyonlarının sayısında büyük artışlar yaşandı. 2023 sonu itibarıyla dünya genelinde kamusal şarj noktası sayısı 3,9 milyonu aşmış durumdadır. Her ne kadar EV kullanıcılarının çoğu gündelik şarj ihtiyaçlarını evde veya işyerinde karşılıyor olsa da, uzun yolculuklar ve apartman gibi özel park alanı olmayan kullanıcılar için bu halka açık istasyonlar hayati önem taşıyor. Birçok ülke, otoyol servis alanlarını ve şehir içi otoparkları hızlı şarj cihazlarıyla donatarak, elektrikli araç sahiplerinin menzil endişesini azaltmayı hedefliyor. Özellikle Avrupa’da Ionity gibi ortak girişimler ve ABD’de Tesla’nın Supercharger ağı gibi projeler sayesinde, kıtalar arası seyahat dahi mümkün hale geliyor. Ultra-hızlı şarj teknolojileri de yaygınlaşıyor; artık 150-350 kW gücündeki DC şarj istasyonları sayesinde uygun destekleyen araçların bataryaları 20-30 dakikada %80 doluluğa ulaşabiliyor. Hatta pilot uygulamalarla 500 kW ve üzeri “megawatt” şarj istasyonları geliştirilmeye başlandı. Bunlar, özellikle ticari ağır vasıta elektrikli araçları kısa sürede şarj etmek için önem taşıyor.
Türkiye’de de şarj altyapısı konusunda 2025’e kadar önemli mesafe alındı. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı verilerine göre, 2025 Şubat sonu itibarıyla Türkiye genelinde 11.037 adet elektrikli araç şarj istasyonu faaliyette bulunuyor. Bu istasyonlarda toplam 28.159 şarj soketi mevcut ve bu sayı sadece bir yıl öncesine göre neredeyse iki katına çıktı. Mevcut şarj noktalarının %70’i şehir içinde, %30’u ise şehirler arası yollarda konumlanmış durumda. Yani artık sadece büyükşehirlerde değil, Anadolu’nun farklı noktalarında da elektrikli araçla seyahat etmek kolaylaşıyor. Ağustos 2024 itibarıyla Türkiye’deki elektrikli otomobil sayısı 138 bini aşarken, şarj noktası sayısı da 22.485’e ulaşmıştı. Bir yıl gibi kısa bir sürede bu rakamların çok daha üzerine çıkılması, altyapı yatırımlarının hızını ortaya koyuyor. Ayrıca enerji şirketleri ve özel girişimler de pek çok noktada AC (yavaş) ve DC (hızlı) şarj istasyonları kurarak ağlarını genişletiyor. Örneğin, otoyollarda ve dinlenme tesislerinde 180 kW ve üzeri güce sahip hızlı şarj cihazları yaygınlaşmaya başladı. Bunun yanında, bazı girişimler batarya değişim istasyonu gibi alternatif çözümleri de deniyor olsa da (özellikle Çin’de NIO firması gibi), global ölçekte asıl yatırım hızlı şarj altyapısına odaklanmış durumda.
Batarya teknolojilerindeki gelişmeler, elektrikli araçların menzil ve performans sorunlarının giderilmesinde kilit önemde. Geleneksel lityum-iyon bataryalar her yıl daha da gelişiyor: Birim kütle başına düşen enerji yoğunluğu artarken, maliyetler uzun vadede düşme eğilimi gösteriyor. 2010’ların başında kısıtlı menzil sunan elektrikli modellerin aksine, günümüzde birçok yeni elektrikli otomobil tek şarjla 400-500 km rahatlıkla yol alabiliyor. Hatta Lucid Air gibi üst düzey bir model, yaklaşık 836 km ile şu anda dünyada en uzun menzile sahip elektrikli araç olarak öne çıkıyor. Mercedes-Benz EQS (765 km) ve Tesla Model S Long Range (634 km) gibi modeller de 600 km bandını zorlayarak menzil kaygısını önemli ölçüde azaltıyor. Bu gelişmeler, batarya verimliliğindeki iyileşmeler ve araç tasarımlarının aerodinamik olarak optimize edilmesi sayesinde mümkün oldu. Menzil sorunları geçmişe kıyasla hafiflemiş olsa da, hala elektrikli araç sahibi olmak isteyen tüketicilerin aklındaki başlıca sorulardan biri olmayı sürdürüyor. Bu nedenle üreticiler daha büyük kapasiteli bataryalar yerine, mevcut bataryaları daha verimli kullanmanın yollarına odaklanıyor. Örneğin araçlarda rejeneratif frenleme sistemleri geliştirilerek şehir içi kullanımda enerjinin önemli bir kısmı geri kazanılıyor. İklimlendirme sistemlerinin enerji tüketimini azaltacak akıllı ısı pompaları, batarya termal yönetim sistemleri ve hafif malzeme kullanımı gibi detaylar da menzili artırmaya katkı sağlıyor.
Yakın gelecekte devreye girmesi beklenen katı hal bataryalar ile menzil ve şarj sürelerinde çarpıcı gelişmeler öngörülüyor. Bu bataryalar, sıvı elektrolit yerine katı elektrolit kullandıkları için daha güvenli, yüksek enerji yoğunluklu ve hızlı şarj edilebilir olacaklar. Öncü üreticiler 2025-2026 gibi ilk katı hal pillerin araçlarda kullanılabileceğini duyurmaya başladı. Bu sayede elektrikli bir otomobilin sadece 10 dakikada tam şarj olması veya menzilinin aynı batarya boyutuyla 1.000 km’ye yaklaşması gibi şu an için hayal gibi görünen hedefler, ulaşılabilir hale gelebilir. Öte yandan, şarj süreleri konusunda kablolu hızlı şarjın yanı sıra kablosuz şarj teknolojileri de konuşuluyor. 2025 itibarıyla bazı markalar (Hyundai, BMW gibi) deneme amaçlı olarak araçların park yerinde kabloya ihtiyaç duymadan indüksiyon yoluyla şarj olabildiği sistemleri pilot olarak uyguluyorlar. Henüz verimlilik ve standartlaşma sorunları olsa da, kablosuz şarj da geleceğin teknolojilerinden biri olabilir.
Elbette, elektrikli araçların batarya kaynaklı menzil kısıtları tamamen ortadan kalkmış değil. Özellikle soğuk hava koşullarında bataryaların performansının düşmesi, uzun yolculuklarda sık şarj molası ihtiyacı ve şarj altyapısının bazı bölgelerde yetersizliği, kullanıcıların dikkat ettiği konuların başında geliyor. Ancak genel tabloya baktığımızda, 2025 yılına gelindiğinde menzil endişesi geçmişe oranla çok daha azalmış durumda. Birçok kullanıcı günlük kullanımda haftada bir kez şarj etmenin yeterli olduğunu, hatta şehir içi kısa mesafe kullanımlarda birkaç günde bir priz arama ihtiyacının bile kalmadığını belirtiyor. Batarya ömürleri de önemli ölçüde iyileşti; günümüz EV bataryaları çoğu üretici tarafından 8 yıl veya 160.000 km %70 kapasite garantisiyle sunuluyor ve pratikte pek çok modelin bu sürede daha da yüksek kapasite koruduğu gözleniyor. Bu da elektrikli araçların uzun vadede güvenilirliği konusunda kullanıcı güvenini artıran bir faktör.
Elektrikli Araçların Çevresel Etkisi, Karbon Ayak İzinin Azaltılması, Vergi Teşvikleri
Elektrikli araçların yaygınlaşmasının altında yatan en önemli motivasyonlardan biri, çevresel sürdürülebilirliğe olan katkılarıdır. İçten yanmalı motorlu araçlar yıllardır şehirlerde hava kirliliğine ve küresel ölçekte sera gazı emisyonlarına büyük oranda sebep oluyordu. Elektrikli araçlar ise egzozdan hiçbir zararlı gaz salmadıkları için özellikle şehir içi hava kalitesini iyileştirmede kritik rol oynar. Ayrıca enerji verimliliği açısından da elektrik motorları, benzinli/dizel motorlara göre çok daha üstündür. Resmi açıklamalara göre elektrikli araçlar karbon emisyonlarını azaltmakta ve enerji verimliliğini artırmakta, dolayısıyla bireysel ulaşımda çevresel sürdürülebilirlik adına çok önemli bir adım olarak görülmektedir. Bu yönüyle, fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılması ve iklim değişikliğiyle mücadele hedeflerinde elektrikli ulaşımın kilit bir teknoloji olduğu vurgulanmaktadır.
Elektrikli bir aracın karbon ayak izi değerlendirildiğinde, üretim aşamasında geleneksel araçlara göre daha yüksek bir enerji ve kaynak tüketimi söz konusu olsa da (özellikle batarya üretimi nedeniyle), kullanım aşamasında sağlanan emisyon tasarrufları bu açığı hızla kapatmaktadır. Yapılan araştırmalara göre, elektrikli otomobiller yaşam döngüsü boyunca benzinli/dizel otomobillere kıyasla belirgin şekilde daha düşük karbon ayak izine sahiptir. Batarya üretimi sırasında oluşan ek karbon “borcu”, araç yollara çıkıp elektrikle çalışmaya başladığında genellikle birkaç yıl içinde telafi edilmektedir. Üstelik elektrik şebekelerinin her geçen yıl daha fazla yenilenebilir enerjiye geçmesiyle, elektrikli araçların dolum kaynaklı emisyonları da sürekli azalmaktadır. Örneğin, elektrik üretiminin çoğunlukla kömürden sağlandığı bir senaryoda bile elektrikli araçlar toplam sera gazı salınımını azaltırken; elektrik üretimi doğal gaz veya yenilenebilir kaynaklara dayalı ülkelerde bu tasarruf oranı çok daha yükseğe çıkmaktadır. Bunun yanı sıra, elektrikli araçlar gürültü kirliliğini de azaltarak şehir yaşamının kalitesine katkı sağlarlar – elektrik motorlarının sessiz çalışması sayesinde yoğun trafikli caddelerde bile daha düşük desibel seviyeleri mümkün olmaktadır.
Hükümetler, elektrikli araçların çevresel faydalarını göz önünde bulundurarak, bu araçların yaygınlaşmasını sağlamak için vergi teşvikleri ve destek programları uyguluyorlar. Birçok ülkede elektrikli otomobil satın alırken doğrudan devlet teşvikleri (nakit indirim, hurda araç teşviki gibi) veya vergi indirimleri mevcut. Norveç, bu konuda en agresif teşvik politikalarına sahip ülke olarak biliniyor; uzun yıllardır elektrikli otomobillerde KDV ve ÖTV muafiyeti, ücretsiz otopark, feribot ve otoyol geçişlerinde indirim gibi avantajlar sunan Norveç, bu sayede yeni araç satışlarında %90’ın üzerinde elektrikli araç payına ulaşmıştır. Avrupa’nın diğer ülkelerinde de benzer şekilde elektrikli araçlara özel teşvikler var: Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkeler elektrikli otomobil alan tüketicilere belli bir parasal ödül (ekonomi bonusu) sağladı ya da kayıt vergilerini düşürdü. Amerika Birleşik Devletleri’nde federal düzeyde $7.500’a varan vergi kredisi uygulanırken, eyalet bazında ek indirimler de sunuluyor. Çin ise doğrudan sübvansiyonların yanı sıra büyük şehirlerde elektrikli araçlara plaka kısıtlaması getirmeyerek (konvansiyonel araçlara uygulanan plaka çekilişi/ihale süreçlerine karşılık, EV’lere serbest plaka verilmesi gibi) iç pazarını dünyanın en büyüğü haline getirdi.
Türkiye’de de önceki bölümde değinildiği gibi ÖTV ve MTV alanında elektrikli araçlara pozitif ayrımcılık yapılıyor. 160 kW altı ve belirli fiyat aralığındaki modeller %10 gibi oldukça düşük bir ÖTV oranına tabi, bu da benzinli bir otomobile kıyasla satın alma sırasında ciddi fiyat avantajı sağlıyor. Ayrıca elektrikli araçlar, aynı güç ve değerdeki benzinli araçlara göre genelde daha düşük yıllık MTV ödüyor. Bazı belediyeler elektrikli araçlara ücretsiz/indirimli otopark alanları tahsis edebiliyor veya şehir merkezlerine girişlerde kolaylıklar sağlayabiliyor. 2023 yılında İstanbul’da elektrikli taksi teşvikinin devreye alınması gibi adımlar da elektrikli araç kullanımını özendirici yönde. Tüm bu vergi ve kullanım teşvikleri, tüketicilerin toplam sahip olma maliyetini düşürerek elektrikli araçları cazip hale getiriyor. Nitekim yakıt maliyetlerinin de elektrikli araç lehine olması (km başına enerji maliyetinin benzin/dizele göre düşük olması ve elektrikli araçların bakım masraflarının azlığı), vergi teşvikleriyle birleştiğinde kullanıcıların elektrikliye yönelimini hızlandıran bir etken. Özetle, çevresel kaygılarla şekillenen kamu politikaları, elektrikli araçları hem vergi indirimleriyle ekonomik açıdan destekliyor hem de uzun vadede daha temiz bir ulaşım sistemine geçişin altyapısını hazırlıyor.
Kullanıcı Eğilimleri, Tüketici Alışkanlıkları ve İkinci El Elektrikli Araç Piyasası
Elektrikli araçların yaygınlaşmasıyla birlikte tüketici eğilimleri ve alışkanlıkları da değişmeye başladı. İlk dönemlerde elektrikli otomobiller daha çok teknoloji meraklıları ve çevre bilinci yüksek küçük bir kitleye hitap ederken, 2025’e gelindiğinde artık ana akım otomotiv pazarının önemli bir parçası haline gelmiş durumdalar. Bu dönüşüm, kullanıcıların araç kullanımı konusundaki yaklaşımını da etkiliyor. Örneğin, pek çok EV sahibi günlük şarj rutinini evde gece saatlerinde yaparak sabahları “dolu depo” ile yola çıkmaya alıştı. Bir benzin istasyonuna gidip yakıt almak yerine, aracı her gece prizden şarj etmek yeni normal haline geliyor. Bu da kullanıcıların planlama alışkanlıklarını değiştiriyor; yolculuklarını şarj durumlarına göre organize etmeyi öğreniyorlar. Akıllı telefonlardaki uygulamalar sayesinde yakındaki şarj istasyonlarını gerçek zamanlı olarak görmek, doluluk durumlarını kontrol etmek, hatta uzaktan şarj başlatmak artık mümkün. Regeneratif fren kullanımını maksimize etmek, klima kullanırken menzil hesabı yapmak gibi konular da yeni nesil sürücü davranışları arasına girdi. Genel olarak sürücüler, elektrikli araçların sessiz ve konforlu sürüşlerinden memnuniyet duyuyor ve bir daha içten yanmalı araca dönmek istemediklerini belirtiyorlar. Özellikle şehir içi trafiklerde dur-kalklarda sessizlik ve sarsıntısız hızlanma, birçok kullanıcı için EV’lerin cazibesini artıran etkenler.
Tüketici profillerine baktığımızda, elektrikli araç pazarının ilk dönemlerinde daha üst gelir grubuna ait, ikinci bir araç olarak EV edinen kullanıcılar ağırlıktaydı. Ancak son yıllarda fiyatların göreceli olarak düşmesi ve model seçeneklerinin artmasıyla orta gelir segmentinde de elektrikliye yönelim baş gösterdi. Özellikle yakıt fiyatlarının yüksek seyrettiği ülkelerde, uzun vadede işletme maliyetinin düşüklüğü (daha az bakım gideri, daha ucuz “yakıt” olarak elektrik) tüketicileri cezbediyor. Türkiye’de de 2024 yılında artan benzin ve motorin fiyatları, birçok sürücüyü günlük kullanım aracı olarak elektrikli modellere yöneltti. Örneğin, kompakt segmentteki bir elektrikli otomobilin 100 km’de harcadığı enerji maliyeti, eşdeğer bir benzinli otomobile göre ciddi oranda düşük kalıyor. Bu fark, aracı çok kullananlar için yılda binlerce liralık tasarruf anlamına gelebiliyor. Dolayısıyla elektrikli araç tercihinde artık sadece çevreci olmak değil, ekonomik gerekçeler de belirleyici olmaya başladı. Ayrıca kullanıcı eğilimlerinde SUV ve crossover gövde tipindeki elektrikli araçlara talebin daha yüksek olduğu görülüyor; bu da genel otomotiv trendleriyle paralel bir durum. Markalar da bu talebe yanıt verecek şekilde daha fazla elektrikli SUV modeli piyasaya sürüyorlar (Togg T10X, Tesla Model Y, VW ID.4 gibi).
Elektrikli araç ekosisteminin olgunlaşmasıyla birlikte, ikinci el elektrikli araç piyasası da şekillenmeye başladı. İlk nesil elektrikli modellerin kullanıma girmesinin üzerinden 8-10 yıl geçmeye başladığı için, artık ikinci elde hatırı sayılır sayıda EV bulunuyor. Bu piyasanın dinamikleri, geleneksel araçlardan kısmen farklı. İkinci el elektrikli araçlarda en kritik konu batarya sağlığı. Alıcılar, aracın yıllar içindeki batarya kapasite kaybını ve mevcut menzil durumunu öğrenmek istiyorlar. Üreticiler ise kullanıcı güvenini korumak adına batarya garantileri sunuyor (örneğin 8 yıl/160.000 km gibi). Genel olarak modern lityum-iyon bataryaların ömrünün beklendiğinden iyi çıkması, ikinci el piyasasında elektrikli araçlara olan ilgiyi artırıyor. Buna rağmen, teknolojinin hızlı ilerlemesi ve yeni modellerin çok daha uzun menzil sunması gibi faktörler, eski EV’lerin ikinci eldeki değerini olumsuz etkileyebiliyor. Son dönemde özellikle yeni araç fiyatlarındaki indirimler (Tesla’nın global ölçekte yaptığı fiyat indirimleri gibi) ikinci el elektrikli araçların fiyatlarında belirgin düşüşlere yol açtı. Örneğin, 2023-2024 aralığında ABD’de ortalama ikinci el elektrikli otomobil fiyatı yaklaşık %30 düşerek 41 bin dolardan 29 bin dolara geriledi. Bu düşüş, ikinci el elektrikli araç fiyatlarının ilk defa benzer yaştaki içten yanmalı araçların altına inmesine neden oldu. Aynı dönemde benzinli araçların ikinci el değerleri büyük ölçüde sabit kaldığı için, elektrikli araçlar ikinci elde daha hızlı değer kaybetmiş görünüyor.
İkinci el piyasasındaki bu değer kaybının bazı olumsuz yanları olsa da (ilk sahipler için daha fazla amortisman gibi), aslında geniş kitleler için fırsat anlamına da geliyor. Düşen ikinci el fiyatları, sıfır km elektrikli araç satın almaya bütçesi yetmeyen alıcılar için uygun fiyatlı EV sahibi olma şansı sunuyor. Özellikle 3-5 yaşındaki elektrikli araçlar, makul menzil kapasitesini korudukları takdirde şehir içi kullanım için oldukça yeterli olabiliyor ve yeni bir elektrikli araca göre çok daha ekonomik seçenekler olarak görülüyor. Avrupa’da 3 yaşındaki ikinci el elektrikli arabaların, ilk satış fiyatlarının ortalama %50’sine alıcı bulduğu; bu oranın dizel araçlarda benzer düzeyde seyrettiği belirtiliyor. Yani elektrikli araçlar başlangıçta hızlı değer kaybettikleri algısını yavaş yavaş üzerinden atıyor ve ikinci elde kabul görme oranı yükseliyor. Türkiye’de de ikinci el elektrikli otomobil piyasası 2025 itibarıyla hareketlenmeye başladı. İlk nesil Renault Zoe, Nissan Leaf gibi modeller ve hatta birkaç yıllık Tesla, BMW i3 gibi araçlar ikinci elde alıcı buluyor. Tabii kullanıcıların kafasında hala “ikinci el batarya riski” endişesi olabiliyor ancak bu konuda uzmanlaşmış servisler batarya kapasite testleri yaparak alıcıların bilinçli karar vermesine yardımcı oluyor. Önümüzdeki yıllarda, ikinci el elektrikli araçların da tıpkı içten yanmalı araçlar gibi kapsamlı bir piyasa oluşturması ve belki de sertifikalı ikinci el programlarıyla (örneğin üreticilerin kendi ikinci el satış ağları üzerinden pil garantisi sunması gibi) güvence altına alınması bekleniyor.
Elektrikli Araçların Beklenen İlgiyi Görüp Görmediği: Satış Rakamları, Büyüme Trendleri
Elektrikli araçlar, bir dönem “geleceğin teknolojisi” olarak görülürken 2020’li yıllarda hızla bugünün gerçeği haline geldi. Peki bunca yatırım ve heyecan sonrasında, EV’ler beklenen kullanıcı ilgisini gerçekten gördü mü? Satış verilerine bakıldığında cevabın büyük ölçüde “evet” olduğunu söyleyebiliriz. Son birkaç yılda elektrikli araç satışları dünya genelinde üstel bir artış sergiledi. 2020’de küresel otomobil satışlarının sadece %4’ünü elektrikli araçlar oluştururken, 2023’te bu oran %18’e kadar yükseldi. Yani yaklaşık beş yeni otomobilden biri artık elektrikli hale gelmiş durumda. Rakamlarla ifade etmek gerekirse, 2023 yılında dünya çapında 14 milyon civarında elektrikli otomobil satıldı ve bu, 2022’ye göre %35’lik bir artışı temsil ediyor. Bu hızlı büyüme trendinin 2024 ve sonrasında da devam ettiği görülüyor; 2024 sonunda yeni satışlarda elektrikli araç payının %20’yi aşarak yaklaşık 17 milyon adetlik satışa ulaşacağı öngörülüyor. Nitekim 2024’ün ilk çeyreğinde küresel EV satışları bir önceki yılın aynı dönemine göre %25 artış göstermişti. Bu veriler, elektrikli araçların tüketicilerden yoğun ilgi gördüğünü ve büyüme ivmesinin beklentilerin de ötesine geçtiğini ortaya koyuyor.
Bölgesel olarak bakıldığında, elektrikli araçlara ilgi özellikle Çin ve Avrupa pazarlarında beklentileri aşmış durumda. Çin’de 2023 yılında satılan yeni araçların neredeyse %40’ı elektrikli (BEV + PHEV) kategorisindeydi. Avrupa genelinde de birçok ülkede bu oran %20-30 bandına ulaşmış bulunuyor. Hatta Norveç, İsveç gibi erken adapte olan pazarlarda EV satış payı %80-90 gibi inanılması güç seviyelere erişti. Bu bölgelerde tüketiciler elektrikli araçları büyük bir istekle benimsediler ve satışlar her yıl rekor tazeliyor. Diğer yandan, dünya genelinde ilgi her yerde eşit düzeyde değil. Özellikle gelişmekte olan bazı ülkelerde yüksek araç fiyatları ve altyapı eksikliği nedeniyle elektrikli otomobil satışları hala toplam pazarın %5’inden daha düşük paylara sahip olabiliyor. Örneğin 2024 itibarıyla Hindistan gibi pazarlarda veya Güneydoğu Asya’nın bazı bölgelerinde EV penetrasyonu sınırlı kaldı. Bu nedenle “beklenen ilgi” coğrafyaya göre değişiklik gösterebiliyor: Gelişmiş ülkelerde ve şehirli nüfus arasında elektrikli araçlar çok popüler hale gelmişken, diğer bölgelerde henüz yolun başında.
Türkiye açısından değerlendirirsek, elektrikli araçlar son iki yılda beklenenden de fazla ilgi görmeye başladı. 2023’e kadar binde seviyelerde olan elektrikli otomobil pazar payı, 2024’te %10 bariyerini aştı. 2024 yılında Türkiye’de satılan her 10 otomobilden biri elektrikli oldu diyebiliriz. 2025’in ilk aylarında ise bu oran daha da yükseldi. Şubat 2025 itibarıyla Türkiye’de trafiğe kayıtlı elektrikli otomobil sayısı 208.006 adede ulaşarak bir önceki yılın aynı dönemine göre %121 arttı. Sadece Şubat 2025 ayında satılan elektrikli otomobil adedi 10.324 ile, geçen yılın Şubat ayındaki 4.713 adet satışın iki katından fazla gerçekleşti. Bu sayede yeni otomobil satışlarında elektrikli araçların payı Türkiye’de bir yıl içinde %5,7’den %13,6’ya fırladı. Bu olağanüstü büyüme, Türkiye pazarının da elektrikli araçları güçlü biçimde benimsediğine işaret ediyor. Pazarın dinamiklerine bakılırsa, 2023 başında piyasaya çıkan Togg T10X’in yarattığı heyecan ve rekabet ortamı, Tesla gibi küresel markaların Türkiye’ye girişi, ayrıca BMW, Mercedes, Renault, MG gibi markaların da peş peşe elektrikli modellerini ülkemize sunmaları bu ivmeyi körükledi. Sonuç olarak, elektrikli araçlar Türkiye’de 2025 itibarıyla beklenenin ötesinde bir talep görüyor ve toplam pazardan aldıkları pay hızla artıyor.
Global ölçekte de büyüme trendlerinin orta vadede devam etmesi bekleniyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) senaryolarına göre mevcut politikalar ışığında bile 2030’a gelindiğinde dünya çapındaki otomobil satışlarının yarıdan fazlasının elektrikli olması muhtemel. Bir başka deyişle, EV devrimi ivmesini sürdürüyor ve otomotiv sektörü için başlangıçta öngörülen olumlu senaryolar gerçeğe dönüşüyor. Tedarik zincirindeki zorluklar (yarı iletken kıtlığı, batarya hammaddelerinin temini vb.) ve bölgesel farklılıklar olsa da, genel gidişat elektrikli araçların her yıl bir önceki yıla kıyasla daha fazla pay aldığı yönünde. Özellikle model çeşitliliğinin artması ve maliyetlerin düşmesiyle, büyüme trendi önümüzdeki birkaç yıl boyunca da çift haneli oranlarda süreceğe benziyor. Kısacası, elektrikli araçlar gerek dünyada gerek Türkiye’de otomotiv pazarının beklenen dönüşümünü gerçekleştirmeye başlamış durumda; satış rakamları ve büyüme grafikleri, bu teknolojinin kullanıcıdan hak ettiği ilgiyi fazlasıyla gördüğünü kanıtlar nitelikte.
2025 İtibarıyla Dünyadaki Toplam Araçlar İçinde Elektrikli Araçların Oranı ve Pazar Payı
Elektrikli araçların yaygınlaşma düzeyini gösteren iki önemli gösterge, park oranı (trafikteki toplam araçlar içindeki payı) ve pazar payı (yeni satışlardaki payı) olarak karşımıza çıkıyor. 2025 yılı itibarıyla dünyada bu göstergeler hızlı bir yükseliş trendi içinde, ancak halen geleneksel araçların gerisinde. Küresel ölçekte mevcut trafikteki tüm otomobiller hesaba katıldığında, elektrikli araçların toplam sayısının yaklaşık 85 milyon civarında olduğu öngörülüyor. Gartner araştırma firmasının tahminine göre bu rakamın yarısından fazlası Çin’de bulunacak şekilde dağılım gösteriyor ve 2025’te dünya genelindeki elektrikli araç parkı 85 milyona ulaşacak. Dünya çapında tahmini 1,5 milyar civarında motorlu kara taşıtı olduğu düşünülürse, 2025 itibarıyla yollardaki araçların yaklaşık %5-6’sı elektrikli demektir. Bu oran ilk bakışta düşük görünse de, birkaç yıl öncesine kadar %1 seviyesinin altında olduğu hatırlanırsa çok ciddi bir artışı temsil ediyor. Nitekim 2022 yılında elektrikli otomobiller dünya araç filosunun sadece %1,5’ini oluşturuyordu; 2023 sonunda ise bu oran yaklaşık %3’e çıktı (dünya genelinde 40 milyon civarı EV). İki sene içinde oranın %5 düzeyine gelmesi, toplam araç parkının giderek daha büyük diliminin elektrikli hale geldiğini gösteriyor. Üstelik bu %5’lik global ortalama, bölgeler arasında büyük farklılıklar içeriyor: Norveç gibi ülkelerde trafiğe kayıtlı araçların yarıdan fazlası elektrikli iken, bazı ülkelerde henüz %1’in altında kalabiliyor.
Elektrikli araçların pazar payı ise çok daha yüksek seyrediyor, çünkü yeni satılan araçlar arasında elektrikli modellerin oranı her yıl katlanarak artıyor. 2025 yılında dünya genelinde satılan yeni otomobillerin yaklaşık dörtte birinin elektrikli olması bekleniyor, yani pazar payı ~%25 seviyesine yaklaşacak. 2023’te bu oran %18 civarındaydı, 2024’te %20 eşiği aşılıyor ve 2025’te muhtemelen %25 bandına doğru ilerleyecek. Bu da gösteriyor ki geleneksel içten yanmalı araç satışları birçok pazarda düşüş trendine girmiş durumda, yerini hızla şarj edilebilir araçlara bırakıyor. Çin ve Avrupa pazarları, elektrikli araçların yeni satışlardaki payında lider konumdalar; Çin’de 2023’te yeni satılan otomobillerin yaklaşık %40’ı elektrikliyken, Avrupa ortalaması da %20’lerin üzerini gördü. ABD gibi pazarlarda da ivme hızlanıyor; 2025’e girerken ABD’de elektrikli araçların aylık yeni satış payı %8-10 bandını yakalamaya başladı. Öte yandan, küresel pazar payını aşağı çeken unsurlar arasında, elektrikli araçların henüz çok düşük satış rakamlarına sahip olduğu Güney Asya, Afrika gibi bölgeler bulunuyor. Ancak otomotiv endüstrisinin geleceğine dair projeksiyonlar, hemen her senaryoda elektrikli araç pazar payının artmaya devam edeceğini ortaya koyuyor. Örneğin BloombergNEF, 2026’da küresel yeni araç satışlarının %30’unun elektrikli olacağını öngörüyor. 2030’lu yıllarda ise birçok büyük pazarda içten yanmalı araç satışlarının tamamen sonlanması hedeflendiğinden (İngiltere, Japonya, hatta Çin belirli yasak tarihleri açıkladı), elektrikli araçların pazar payı o yıllarda %100’e yaklaşacak şekilde planlanmakta.
Özetle, 2025 itibarıyla elektrikli araç penetrasyonu dünya genelinde önemli bir eşiği geçmiş bulunuyor. Trafikteki her 20 araçtan biri elektrikliyken, satılan her 4-5 araçtan biri elektrikli konumda. Bu oranlar, otomotiv sektöründe gerçekleşen en büyük dönüşümlerden birini işaret ediyor. Gelecek yıllarda bu eğilimin daha da hızlanması ve elektrikli araçların hem toplam filodaki oranının hem de yeni satışlardaki payının katlanarak artması bekleniyor. Dünya genelinde hükümetlerin koyduğu 2030, 2035 hedefleri ve otomotiv devlerinin açıkladığı içten yanmalı motorlu model üretimini sonlandırma takvimleri dikkate alındığında, 2025’ler bu büyük dönüşümün sadece başlangıcı. Yakın bir gelecekte yollarımızdaki araçların büyük çoğunluğunu elektrikli modellerin oluşturacağı günler hızla yaklaşırken, bugünden atılan adımlar ve kazanılan ivme, ulaşımın karbon ayak izini azaltma hedeflerimize ulaşma konusunda umut vaat ediyor.
Ocak-Aralık 2024 döneminde Türkiye elektrikli otomobil pazarı marka satış adetleri. Yerli üretici Togg, 30 bin üzeri satışla lider konumda. Tesla ve BMW diğer güçlü oyuncular olurken, premium markalar ve yeni girişler pazarı çeşitlendirmiştir. 2025 itibarıyla Türkiye’de elektrikli araç pazar payı %10’u aşmış durumdadır.