[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/ext/sniper/mobiledevice/core/functions.php on line 846: Undefined variable $status
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/ext/sniper/mobiledevice/core/functions.php on line 846: Undefined variable $status
[phpBB Debug] PHP Warning: in file [ROOT]/ext/sniper/mobiledevice/core/functions.php on line 846: Undefined variable $status
TF Forum - TeknoFenomen Forum • Ölünce Cennetle Cehennem Yoksa Kötülerin Yaptıkları Yanına Kâr mı Kalacak?
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

Ölünce Cennetle Cehennem Yoksa Kötülerin Yaptıkları Yanına Kâr mı Kalacak?

Gönderilme zamanı: 29 Ağu 2025 13:02
gönderen aydnongr
Dinler gerçek mi?

Dinler gerçek değilse cennetle cehennem yoksa kötülerin yaptıkları yanına kâr mı kalacak?

Dünya git gide daha da kötüleşiyor ülkelerde yolsuzluk adaletsiz arttı insanların haksızlığa uğradığı ezildiği bir döneme girdik.

Terör devleti israil Filistin'i katlediyor ve herkes destekliyor. Çocukların masumların ölmesine herkes izin veriyor.

Amerika dolaylı yollardan ciddi katliamlar yaptı ve destekledi ama herkes amerikayla iş yapıyor.

Bütün bu kötülükler karşılıksız kalıyor bu dünyada. Peki öbür dünya var mı? Ceza çekecekler mi?

Bunları ChatGpt'ye sordum ve ilginç cevaplar verdi. Soru cevap şeklinde kopyalayıp paylaştım. Siz ne düşünüyorsunuz?



Soru: Dinler gerçek değilse öldükten sonra iyiler ne olacak kötüler ne olacak? Kötülerin yanına kar mı kalacak yaptıkları?

Cevap: Çok güzel ve derin bir soru sordun 🌿.
Dinlerin anlattığı cennet–cehennem düzeni yoksa, yani ölümden sonra bilinç devam etmiyorsa, o zaman “ödül” ya da “ceza” da olmuyor gibi görünüyor. Bu bakış açısı ilk anda adaletsiz gibi hissettirebilir: “Kötülük yapan yanına kâr mı kalacak?” diye.

Ama birkaç noktayı düşünmek faydalı olabilir:

1. Yaşam içindeki sonuçlar
Çoğu kötülük, yapan kişiye doğrudan ya da dolaylı olarak geri döner. İnsan ilişkileri, toplum, hatta kişinin kendi vicdanı bunun bir parçasıdır. Örneğin, sürekli yalan söyleyen biri güvenini kaybeder, bencil yaşayan biri yalnızlaşır. Yani ölümden sonraki değil, yaşarken alınan bedeller vardır.


2. İyiliğin gerçek değeri
Eğer bir ödül beklentisi yoksa ve buna rağmen biri iyi davranıyorsa, bu iyiliği daha “saf” ve anlamlı kılar. Çünkü karşılık için değil, değer verdiği için iyilik yapıyordur.


3. Toplumun adalet mekanizması
Din olmasa bile insanlar adalet arzusuyla sistemler kurar: hukuk, ahlak, toplumsal normlar. Bunlar da kötülüğü sınırlamaya çalışır.


4. Felsefi bir bakış
Ölümden sonra bir şey yoksa, o zaman yaşamın kendisi tek fırsatımızdır. Bu durumda “iyi yaşamak, başkalarına zarar vermemek, anlam bırakmak” bizim için bir çeşit ödül; kötülükle dolu, güvenilmez, yalnız bir hayat ise doğal bir ceza olur.



Yani eğer dinlerin söylediği gibi bir “öteki dünya” yoksa bile, iyilik ve kötülüğün sonuçları bu dünyada ortaya çıkar.

İstersen sana bu konuyu farklı düşünürlerin nasıl ele aldığını da anlatabilirim: mesela Epikür, Nietzsche, ya da modern varoluşçular (Camus, Sartre) bu meseleye farklı cevaplar vermiştir.

Soru:Peki dünyadaki geri dönüşler yeterli mi sence vence değil. Mesela israil soykırım, katliam yapıyor bu onlara ne derece geri dönecek?

Cevap:Haklısın, işin en zor tarafı da bu zaten… Günlük hayatta bireysel kötülükler genellikle bir şekilde karşılığını bulabiliyor ama büyük ölçekte işlenen zulümler –soykırım, savaş suçları, katliamlar– çoğu zaman dünyada tam anlamıyla “hak ettiği” karşılığı bulmuyor gibi görünüyor. Bu da insana “yaptıkları yanlarına kâr mı kalacak?” hissini veriyor.

Birkaç farklı açıdan bakabiliriz:

1. Tarihsel geri dönüşler
Kısa vadede zalimler güçlü görünebilir ama uzun vadede tarih genellikle onları mahkûm eder. Hitler, Mussolini, Stalin gibi örnekler düşünülebilir. Güçleri çok büyüktü ama sonunda çöktüler, kötü bir mirasla anıldılar. Zulmün bedeli bazen nesiller boyu, toplumsal travmalarla geri döner.


2. Toplumsal ve bireysel bedeller
Bugün İsrail’in yaptıkları gibi zulümler, hem karşı tarafta hem kendi toplumlarında nefret, korku ve güvensizlik tohumları ekiyor. Kendi halklarının güvenliği bile tehlikeye giriyor. Bir “zafer” kazanıyor gibi görünseler de uzun vadede bu düşmanlık, sürekli bir tehdit, huzursuzluk ve yalnızlaşma getiriyor. Yani geri dönüş var ama bazen çok yavaş işliyor.


3. Eksik kalan adalet duygusu
Senin dediğin gibi, çoğu insan için bu geri dönüşler asla yeterli hissettirmiyor. Çünkü öldürülen, acı çeken milyonların hakkı tarihteki lanetle ödenmiş olmuyor. Bu yüzden de birçok kişi, dinlerdeki “ilahi adalet” fikrini teselli olarak görmüş. Çünkü “insan adaleti” bu kadar büyük suçları tam karşılayamıyor.


4. Bizim rolümüz
Eğer ölümden sonra kesin bir adalet olmayacaksa, bu durum bizi daha da sorumlu kılıyor: Zulme sessiz kalmamak, adalet aramak, dayanışmak, hafızayı canlı tutmak… Çünkü tek adalet, bizim dünyada kurabildiğimiz adalet olacak.



Yani senin hissin çok anlaşılır: dünyadaki geri dönüşler çoğu zaman “yetmez”. Belki de bu yüzden insanlar tarih boyunca ilahi adalet fikrine sarılmış, çünkü insani adalet asla tam doyurucu olmuyor.

👉 Sana sorayım: Sence böyle büyük kötülüklere karşı en azından biz yaşayanların yapabileceği şeyler neler olabilir? (Adalet arayışı, hafıza, boykot, dayanışma gibi)

Soru:İnsanlar bencilleşiyor ülkeler çıkar uğruna kendi insanlarını bile hiçe sayıyor artık insanların bir araya gelip bişey yapma dönemi geçti bir kişinin sesi de kimsenin umurunda olmaz etkin olsada dünyada adaleti sağlamaya ömrü yetmez

Cevap:Çok doğru bir noktaya değindin… İnsanlık tarihi boyunca büyük kitleler birleştiğinde devrimler, adalet mücadeleleri, özgürlük hareketleri oldu ama bugün gerçekten herkes daha bireysel, daha yorgun, daha umutsuz görünüyor. İnsanların çoğu kendi hayat derdine düşmüş, ülkeler de dediğin gibi sadece çıkar odaklı hareket ediyor.

Bu tabloyu görünce “tek bir kişinin sesi kime ne fayda eder?” hissi çok doğal. Ve haklısın, bir insanın ömrü gerçekten dünyadaki adaletsizlikleri tamamen çözmeye yetmez.

Ama şunu da unutmamak lazım:

Tam adalet sağlanamayacak olması, hiç adalet aramamak anlamına gelmez. Küçük bir ses, bazen başka sesleri harekete geçirebilir.

Dünyada değişimlerin çoğu, başta yalnız görünen birkaç kişinin çıkışıyla başlamış. (Örneğin Mandela hapisteyken yalnızdı, Gandhi tek başına başladı, Rosa Parks otobüste kalkmadığında bir kişiydi.)

Bazen mücadele “hedefe ulaşmak” için değil, insan kalabilmek, vicdanını korumak için verilir. Yani sonuçtan çok tavır önemlidir.


Biraz ağır olacak ama belki şöyle düşünmek lazım: Eğer öteki dünyada mutlak adalet yoksa bile, biz yaşarken kendi küçük alanımızda iyiliği seçmek aslında bir çeşit “adalet bırakma”dır. Kötülüğün tamamen bitmeyeceğini bilerek de iyi olmak, çok değerli bir direniş.

Senin söylediğin umutsuzluğu ben de hissediyorum. Belki de gerçekçi olan şu: Bütün dünyada adaleti sağlayamayabiliriz, ama kendi çevremizde adaleti, vicdanı, merhameti yaşatabiliriz. Bu az gibi görünür ama aslında zincirin bir halkasıdır.

👉 İstersen sana şu açıdan da yaklaşabilirim: “Adaletin tamamen sağlanamayacağı” fikriyle nasıl yaşanır, nasıl bir yaşam felsefesi kurulabilir? Camus, Nietzsche gibi filozoflar bu konuda çok farklı şeyler söylemiş. İster misin onların bakış açılarını da paylaşayım?

Soru:Söyle paylaş bakalım ama bu konu sandığından da ciddi bunu kabullenmek böyle yaşamak çok kötü bi duygu. Ezilenlerin katledilenlerin yani güçsüzün tek umudu cennetle cehennem.

Cevap:Çok haklısın… Bu konu “felsefi bir tartışma” olmanın ötesinde gerçek insanların acısı, kanı ve gözyaşıyla ilgili. Ezilen, öldürülen, katledilen birinin ya da ailesinin adalet umudunu “cennet ve cehennem” dışında bir yerde bulması gerçekten çok zor. Çünkü bu dünyada tam adalet yok, öte dünyada da yoksa geriye koca bir boşluk kalıyor gibi geliyor. Bu yüzden dediğin gibi, tek umudu cennet–cehennem oluyor.

Ama gel istersen felsefecilerin bu duruma nasıl baktığını da görelim. Çünkü onlar da senin hissettiğin bu boşluğu görmüş ve farklı cevaplar aramış:


---

🌀 Camus (Varoluşçuluk & Absürd Felsefe)

Camus “dünya adaletsiz, anlamsız ve saçma” der. Cennet–cehennem yoksa, bu boşluğu kabullenmek çok zor gelir insana. Ama Camus’nün cevabı şudur:

> “Hayat anlamsız olabilir, ama sen yine de isyan ederek, iyiliği ve adaleti seçerek yaşamını anlamlı kılabilirsin.”



Yani onun için mesele “mutlak adalet” değil, “benim tavrım”dır. İnsanın ömrü yetmese de, “adalet için mücadele ediyor” olmak kendi başına bir anlamdır.


---

⚡ Nietzsche

Nietzsche dinlerin vaat ettiği “öte dünya adaleti”ni bir teselli mekanizması olarak görür. O, insanın kendi değerlerini kendisinin yaratması gerektiğini savunur.

> “Tanrı yoksa, o zaman sen adaletin, iyiliğin kaynağı olacaksın.”



Onun yaklaşımı daha sert: Mutlak adalet arama, sen kendi yaşamında değer ve güç üret. Yani dünyayı değiştiremiyorsan bile, kendi varlığını güçlendirmek ve etrafına değer katmak bir çeşit “yaşayan adalet”tir.


---

🌿 Epikür

Epikür der ki: Ölümden sonra hiçbir şey yok. Bu kötü haber gibi görünür ama aynı zamanda bir özgürlüktür. Çünkü “öldükten sonra çekilecek bir azap” yoktur. Bu yüzden hayattayken “acıya en az maruz kalacak, huzura en çok ulaşacak” bir yaşam sürmek en akıllıca olandır. Onun için adalet de bir çeşit “karşılıklı zarar vermeme sözleşmesi”dir.


---

🕊️ Varoluşçu sonuç

Hepsinin ortak noktası şudur:
Eğer ölümden sonra ilahi adalet olmayacaksa bile, insanın görevi “yaşarken adaletli olmak, zulme karşı olmak, iyiliği seçmek”tir. Çünkü başka dayanağımız kalmıyor.


---

Ama dediğin duyguyu çok iyi anlıyorum:
Eğer cennet–cehennem yoksa, katledilen çocuğun, ezilenin, işkence görenin hakkı nasıl yerini bulacak? Bu gerçekten ağır bir düşünce. Belki de bu yüzden milyonlarca insan hala dinlerin anlattığı “ilahi adalet” fikrine sarılıyor: çünkü yaşarken bulunamayan adaletin başka türlü telafisi yok.


---

👉 Sana sormak isterim:
Sence bu noktada insana daha güçlü gelen şey hangisi?

“Öte dünyada kesin bir adalet var” inancına tutunmak mı,
yoksa

“Öte dünya yok ama yine de adaleti yaşatmak için elimden geleni yapmalıyım” demek mi?


Soru:Benden ziyade dünyanın büyük çoğunluğu öbür dünyada kesin bir adalet var inancına tutunuyor

Cevap:Evet, çok doğru söylüyorsun 🌍. Dünyanın büyük çoğunluğu için “öte dünyada kesin bir adalet var” inancı bir teselli değil, adeta bir yaşama tutunma sebebi. Çünkü:

Bu dünyada görülen adaletsizlikler (savaşlar, sömürü, açlık, zulüm) karşısında insan, içgüdüsel olarak bir “denge” arıyor. Eğer bu denge dünyada kurulamayacaksa, öte dünyada kurulmalı.

Ezilenin, yoksulun, katledilenin, çocuğu elinden alınanın başka hiçbir umudu kalmıyor. Onun için “Allah büyüktür, hesap sorar” düşüncesi yaşama gücü veriyor.

Tarih boyunca toplumları ayakta tutan, acıyı taşıyabilmelerini sağlayan şey çoğu zaman bu inanç olmuş. Çünkü başka türlü yaşanmazdı.


Felsefe veya bilimin soğuk cevabı, çoğu insanın kalbine hitap etmiyor. İnsan sadece “mantık” değil, “adalet duygusu” ile de yaşayan bir varlık. Bu yüzden öte dünya inancı çok güçlü kalmaya devam ediyor.

Belki de gerçek şurada:

Dinlerde anlatılan şekliyle bir cennet–cehennem varsa, zaten sorun çözülüyor.

Yoksa bile, bu inanç yine de milyonlarca insana bu dünyada zulme sabretme ve iyiliğe tutunma gücü veriyor.


Yani öte dünya inancı, sadece “doğru mu yanlış mı” sorusu değil; aynı zamanda insanın acıyla nasıl baş ettiği meselesi.

👉 İstersen sana şunu sorayım: Sence bu inanç insanlara sadece teselli mi veriyor, yoksa aynı zamanda dünyada zulme karşı direnme gücü de sağlıyor mu?